27 Şubat 2014 Perşembe

Oto Yedek Parça


Günümüzde teknolojinin baş döndürücü ilerlemesi tüm hızıyla devam emektedir. Bir yandan yeni şeyler ortaya çıkarken diğer yandan da mevcut olanlar kullanılmaya devam etmektedir. Kullanılan mevcut şeyler zamanla eskiyerek işlevini yerine getirememektedir. Ya da tam tıkırında çalışırken herhangi bir sebeple arızalanarak çalışamaz hale gelmektedir. Bu tür durumlarda yedek parça kavramı ortaya çıkmaktadır. Özellikle elektronik ve otomotiv sektöründe çok sık karşılaşılan bu kavram için çok sayıda iş yeri bulunmaktadır. Otomotiv sektöründe çok büyük öneme sahip olan yedek parça konusunda çok sayıda firma hizmet vermektedir. Bu firmalardan bazıları sanayi bölgelerinde hizmet verirken bazıları da teknolojinin tüm olanaklarını kullanarak hizmet vermektedir. İnternet üzerinden hizmetlerini ve oto yedek parçalarını tanıtarak müşterilerine 7/24 hizmet vermektedir. Bu sitelerden birisi olan www.aloparca.com oto yedek parça sektöründe hızlı yükselişine devam etmektedir. Sitede yedek parça konusunda ihtiyaç sahiplerine her türlü konuda yardımcı olunmaktadır. Özellikle Fiat yedek parçaları ile ilgili her türlü malzemeyi rahatlıkla bulabilirsiniz. Site içerisinde Fiat etiketiyle piyasaya sürülen Albea, Brava, Doblo, Ducato, Fiorino gibi tüm modellerin yedek parçalarına ulaşabilirsiniz. Sitede yer alan Fiat yedek parçaları ve diğer tüm parçaları uygun fiyatlardan bulabilirsiniz. Sitede en son çıkan ürünler en uygun fiyatlardan satılmaktadır. Zaman zaman düzenlenen kampanyalarla piyasanın çok daha altında yedek parça satışları yapılmaktadır. Bu konuda ihtiyacı olan kimseler keselerine en uygun yedek parçaları en uygun fiyatlardan satın alabilir.

25 Ocak 2014 Cumartesi

Tarih Öncesi ve Tarihi Çağlar, Dönemler, Uygarlıklar

1 – PALEOLİTİK: Eski ya da Yontma Taş Çağı. M.Ö. 600000 – 10000. Avcılık ve toplayıcılık çağı. Kendi içinde de üç bölüme ayrılır: Alt P., Orta P., Üst P.. Alet olarak taştan tek ya da iki taraflı el baltası, uzun yaprak biçiminde bıçaklar kullanılmıştır. Kemikten iğneler, mızrak uçları da görülmektedir. En büyük aşama ise iki çakmak taşının birbirine sürtülmesiyle meydana gelen ateşin keşfidir. Antalya çevresindeki Karain, Beldibi ve Belbaşı mağaraları bu çağın sonlarında kullanılmıştır.



2 – MEZOLİTİK: Orta Taş Çağı. M.Ö. 10000 – 8000. Paleolitik ve Neolitik arası bir geçiş dönemidir. Taştan aletler daha çeşitlidir. Köpek ilk evcil hayvan olarak görülür. Gıda birikimine de başlanır. Mağara resimleriyle ilk resim sanatı yaratılmıştır. Önemli bazı merkezler Samsun Tekeköy, Karain, Beldibi’dir.



3 – NEOLİTİK: Cilalı Taş Çağı. M.Ö. 8000 – 5500. İlk üretime geçiş başlar. Silahlar biraz daha keskin ve gelişmiştir. Öküz, keçi, koyun gibi hayvanlar ehlileştirilmiştir. İlk yerleşik hayat başlamıştır. Kap kacak yapımı başlamıştır. Şişman olarak yapılan kadın heykelcikleri, doğurucu ve bereketin simgesi olarak kabul edilen tanrıça heykelcikleri de bu dönemde görülür. Önemli merkezler Çatalhöyük, Hacılar, Yümüktepe, Gözlükule, Sakçagözü’dür.



4 – KALKOLİTİK: Taş ve Maden Çağı. M.Ö. 5500 – 3000. Üç dönem gösterir: Erken Kalkolitik (M.Ö. 5500 – 4500), Orta Kalkolitik (4500 – 4000), Geç Kalkolitik (M.Ö. 4000 – 3000).

İlk bakır aletlerin ortaya çıktığı dönem. Taş aletler devam etmektedir. Önemli merkezlerden bazıları Hacılar, Beyce Sultan, Büyük Göllücek, Pazarlı, Yazırhöyük, Kuruçay, Norşuntepe, Fikirtepe, Değirmentepe’dir.



5 – Tunç Çağı: M.Ö. 3000 – 1200. Bakırla kalayın karışından oluşan ve döneme adını veren tunç bu dönemde alet ve kap yapımında kullanılmıştır. Mezopotamya’da ve Mısır’da tunçtan eserlerin yapılmaya başlandığı sıralarda (M.Ö. 4 bin sonu) yazı keşfedilmiş olduğundan bu ülkeler için Tunç Çağı deyimi yerine yazılı belgelerden elde edilen kronoloji ve sınıflandırmalar kullanılır. Anadolu, Hellas (Yunanistan) ve Avrupa için Tunç Çağı deyimi geçerlidir. Tunç Çağı Anadolu’da M.Ö. 3000, Girit, Ege ve Hellas’da M.Ö. 2800 – 2000, Avrupa’da ise M.Ö. 2000 yıllarında başlar. Anadolu’da Tunç Çağı üç evre gösterir.

Erken Tunç Çağı: M.Ö. 3000- 2500. Tunç aletler çok yaygın değildir.

Orta Tunç Çağı: 2500 – 2000. Bu dönemde tunç eserler bir bolluğa ulaşmıştır. En büyük aşama çömlekçi çarkının icadıdır. Anadolu bu dönemde şehircilik, mimarlık, heykeltıraşlık ve çömlekçilikte önemli merkezlerden biri durumundaydı.

Geç Tunç Çağı: M.Ö. 2000 – 1200.

Tunç Çağının Anadolu’daki önemli merkezleri olarak Kültepe, Horoztepe, Polatlı, Etiyokuşu, Ahlatlıbel, Tilkitepe, Alacahöyük, Boğazköy, Alişar, Dündartepe, Mahmatlar ve Eski Yapar sayılabilir.

Bu çağda Anadolu’da küçük şehir beyliklerinin kurulduğu ve bu şehirlerin surlarla çevrildiği yapılan kazılarla anlaşılmıştır. Surlarla çevrili olan bu şehirlerin sıkışık yapılardan meydana geldiği görülmektedir. Genellikle taş temelli, kerpiç duvarlı evler dörtgen ya da gayri muntazam dikdörtgen odalı olup bu odalarda ocak, fırın ve sedir de vardır.bu çağda çanak çömlek elde yapılmış, tek renkli ve pek azı boya ile süslenmiştir. Boyalı kaplar daha çok kırmızı ve açık zemin üzerine koyu renklerle süslüdür. Gerek kazıma ve gerekse boya ile süslü kaplarda motifler geometriktir. Çanak çömleğin ana tipleri gaga ağızlı testiler, üç ayaklı gaga veya yuvarlak ağızlı testiler, emzikli çaydanlıklar, siyah perdahlı üzeri yiv ve kabartmalarla geometrik süslü geniş karınlı çömlekler, tek kulplu kase ve fincanlar, çift kulplu vazolar, insan yüzlü testilerdir.



6 – MİNOS UYGARLIĞI: Girit’te Tunç Çağında gelişir ve şu evreleri izler:

Erken Minos M.Ö. 2800 – 2000

EM 1 M.Ö. 2800 – 2500

EM 2 M.Ö. 2500 – 2200

EM 3 M.Ö. 2200 – 2000

Orta Minos M.Ö. 2000 – 1550

OM 1 M.Ö. 2000 – 1900

OM 2 M.Ö. 1900 – 1700

OM 3 M.Ö. 1700 – 1550

Geç Minos M.Ö. 1550 – 1050

GM 1a M.Ö. 1550 – 1500

GM 1b M.Ö. 1500 – 1450

GM 2 M.Ö. 1450 – 1400

GM 3 M.Ö. 1400 – 1050

GM 3a M.Ö. 1400 – 1300

GM 3b M.Ö. 1300 – 1200

GM 3c M.Ö. 1200 – 1050

Protohistorik Dönem M.Ö. 2500 – 1750



7 – HATTİ UYGARLIĞI: M.Ö. 2500 – 2000. Hattiler Anadolu’nun yerli halkıdır. Hatti Ülkesi Anadolu’nun bugüne kadar bilinen en eski adıdır. Kaniş, Hattuş, Zalpa, Alacahöyük, Horoztepe, Mahmatlar gibi önemli merkezleri bulunmaktaydı. Bu dönemde görülen eserlerde özellikle bezeme yönünden belirli ve özgün bir stil birliği egemendir. Bu stil birliği en belirgin olarak güneş kursları ve hayvan heykelciklerinde görülmektedir.



7a – BEYLİKLER DÖNEMİ: M.Ö. 1900 – 1700. Anadolu’nun ilk tarih çağına girmesine yol açan dönem. Bu dönemin sanatı Hatti sürecine bağlı olmakla birlikte yine de yeni bir sanat anlayışının ürünüdür. Çok renkli keramikler bu dönemin özelliğidir.

8 – ASUR TİCARET KOLONİLERİ ÇAĞI: M.Ö. 2000 – 1800. Bu çağın sanatında heykel, kabartma veya kaya anıtları gibi büyük boy eserler henüz yoktur. Çağın sanatını daha çok silindir ve damga mühürler, insan ve hayvan heykelcikleri, hayvan biçiminde içki kapları temsil etmektedir. Bu çağda Mezopotamya etkisi de görülmektedir. Çanak çömlek bu çağda büyük bir gelişme göstermiştir. Tek renkli kaplar perdahlı ve ayna gibi parlak astarlıdır. Perdahlama ile madeni bir görünüş kazanmışlardır. Boyalı çanak çömleğin krem zemini kırmızı, kahverengi ve siyah geometrik motiflerle bezenmiştir. Bunlar arasında dalgalı şeritler, su kuşu motifleri önemli yer tutar. Bu çağda çeşitli tanrı tasvirleri de görülmektedir. Bu tasvirler ve dini sahneler silindir mühür baskıları üzerinde yer alır. Bu çağa ait çivi yazılı tabletler de önemli ipuçları vermektedir. Bu çağın Karum adı verilen Anadolu’daki önemli merkezlerinden bir kaçı Kültepe, Acemhöyük, Alişar, Boğazköy’dür.



9 – HİTİT UYGARLIĞI: M.Ö. 1800 – 1200. Hititler M.Ö. 2. Bin yılın başlarında Orta Asya’dan Kafkaslar üzerinden Anadolu’ya gelmişler. M.Ö. 1800’lerde bir varlık olarak ortaya çıkmaya başlamışlardır. Başkentleri Boğazköy’dü. Hitit İmparatorluk Çağında tasvirli sanat eserlerinde yeni bazı özellikler görülür. Büyük boy kabartmalar, heykeller ve orthostatlar Anadolu’da ilk defa bu dönemde görülür. Aynı üsluba göre yapılmış altın, fildişi, tunç ve taştan tanrı heykelcikleri ve kabartmaları da önemli bir yer tutarlar. Hititler Anadolu’nun yerli bir özelliği olan damga mühür sanatını geliştirmişlerdir. Çanak çömlek sanatı Asur Ticaret Kolonileri Çağında görülenlere oranla gerileme gösterir. Kap şekilleri, boya ile süslü vazolar azalmış teknik gerilemiştir. Fakat çeşitli dini motiflerle bezeli ve dini bir olayı yatay frizler halinde gösteren kabartmalı iri vazoların (İnandık vazosu gibi) önemli örnekleri bu dönemde verilmiştir. Tabletler de bu dönemde boldur.



10 – EGE GÖÇLERİ: Yunanistan, Adalar ve Anadolu M.Ö. 2. Binin ikinci yarısında çok önemli tarihsel ve toplumsal olaylara sahne olmuştur. Troia savaşı ( yaklaşık M.Ö. 1240 ), Hitit Krallığının yıkılması ( yaklaşık M.Ö. 1190 ), Dorların Yunanistan’ı istilası ( yaklaşık M.Ö. 1200 ) ve Firiglerin Anadolu’ya gelmeleri bu dönemde olmuştur. Toplumların bölgedeki bu hareket ve yer değiştirmelerine Ege Göçleri adı verilir.

11 – GEÇ HİTİT ŞEHİR DEVLETLERİ: M.Ö. 1200 – 700. Ege Göçleri ile yıkılan Hitit İmparatorluğunun yerini Geç Hitit Şehir Devletleri almışlardır. Bunların bazıları Kargamış, Zincirli, Karatepe, Malatya, Sakçagözü ve Maraş’tır. Bu dönemde Hitit çivi yazısı yerine yine Hititlere özgü olan Hitit resim yazısı tek başına kullanılmıştır. Geç Hitit Şehir Devletlerinin merkezlerinde şehir surlarının kapıları, saraylar, resmi binalardan bazıları dik duran kabartmalı taşlar ( orthostatlar ) ve hiyeroglifli yazıtlarla süslenmiştir. Eski ( M.Ö. 1200 – 950 ), Orta ( M.Ö. 950 – 850 ), Son ( 850 – 700 ) olarak üç safha gösteren bu dönemin, özellikle, orta ve son safhasına ait olan sanat eserlerinde komşuları ve düşmanları olan Asur etkisi görülür. Geç Hitit Şehir Devletlerinin Anadolu arkeolojisi ve sanatındaki en önemli anlamı çeşitli iniş ve çıkışlarla Hitit sanatını M.Ö. 700 yıllarına kadar yaşatmış olmasındadır.



12 – MİKEN UYGARLIĞI: M.Ö. 1600 – 1200. Yunanistan’ın M.Ö. 2. Bin sakinleri olan Akhaların yarattığı uygarlıktır.

13 – SUB MİKEN DÖNEMİ ya da KARANLIK ÇAĞLAR: M.Ö. 1200 – 1050. Miken Uygarlığı Dorların Yunanistan’a gelmeleri ile önemini kaybetmeye başlamış ve bölge karanlık bir döneme girmiştir. Karanlık Çağlar adıyla da anılan ve Sub Miken adı verilen bu dönemde Miken vazo sanatı sanat ve teknik özelliklerinden çok şey kaybetmiş olarak bir süre daha devam etmiştir.



14 – İON UYGARLIĞI: M.Ö. 1050 – 300.

15 – GEOMETRİK DÖNEM: M.Ö. 1050 – 700. Bu dönemin sanatı başlangıçta dış etkenlere bağlı olmadan kendi kendine oluşan ve gelişen bir sanat görünümündedir (*). Bu sanatı simgeleyen geometriklik özellikle vazo resimlerinde hakim olan geometrik şekil ve özellikten ileri gelmektedir. Bu sanat bilginler tarafından Dorlara mal edilmektedir ve Grek sanatının başlangıcı olarak kabul edilmektedir.

15a1 – PROTO – GEOMETRİK ÜSLUP: 1050 – 900. Geometrik sanatın başlangıç dönemi. Bu döneme ait eserler ve buluntulardan toplumun yaşantısıyla ilgili bilgiler edinilememektedir. Bu döneme ait vazolar Akha geleneğine bağlı Sub Miken vazolardan sonra belirmeğe başlamışlardır. Olgun bir teknikte yapılmış olan bu vazoların açık renkte dış yüzeyi siyah parlak bir boya ile yatay şeritler veya frizlere ayrılmakta, bu şeritlerin içleri sayıları fazla olmayan düz hatlar, iç içe geçen daireler ya da dalgalı hatlar ile doldurulmaktadır. Şematik bir şekle sokulmuş at tasvirlerine ise çok seyrek rastlanmaktadır. Bu üslubun en tipik özelliği bezeme ile vazo biçimi arasında tam bir uygunluk olmasıdır. Yeknesaklığı ile göze çarpan Akha keramiklerinin tersine olarak bir takım bölgesel farklar gösteren bu çeşit vazolar Atina’da hızlı ve sürekli bir gelişim geçirmişler ve geometrik vazoları meydana getirmişlerdir.



15a2 – GEOMETRİK ÜSLUP:

İlk Geometrik ( M.Ö. 900 – 800 )

Olgun Geometrik ( M.Ö. 800 – 740 )

Son Geometrik ( M.Ö. 740 – 700 )

Geometrik vazoların yüzeyleri yine yatay frizlere ayrılmakta, bunlar dikey çizgilerle kare ya da dikdörtgen alanlar veya metoplara bölünmekte, bu metopların içi zigzag hatlar, gamalı haç, meandr motifi, düz ve dalgalı hatlar gibi motifler ve geometri şemasına uydurulmuş hayvan ( Yunanistan’daki vahşi ve evcil hayvanlar ) ve insan motifleriyle doldurulmakta. O dönemdeki tapınaklarda görülen ahenkli şekil ve oranlar bu vazo kompozisyonlarında da sezilmektedir. Geometrik üslup yalnız keramiklerde değil, sanatın başka dallarında da kendini göstermektedir. Madeni eserler ( iğne başları, çeşitli kaplar vb. ), tunçtan ve kilden yapılmış hayvan ( en çok at ) ve insan heykelcikleri de geometrik üslubun örneklerini verirler. Geometrik dönemde bacaklar ve baş daima profilden, göğüs önden resmedilirdi. Geometrik figürler, özellikle koşarken, düşecekmiş hissini verirler.



15b – ORİENTALİZAN DÖNEM: M.Ö. 720 – 650. Doğu etkisinin başladığı dönem. Geometrik dönemden Arkaik döneme bir geçiş aşaması oluşturur. Sanatçılar bu dönemdeki etkilenmeleri ürünlerine bir uyarlama biçiminde almışlardır. Aslan, sfenks gibi hayvanlarla palmet, lotüs gibi bitki motiflerini eserlerinde kullanmışlardır. Bu motifler yalnız siyah siluet şeklinde değil, iç ayrıntılarıyla birlikte resmedilmişlerdir. Yine bu dönemde düz ve köşeli hatların yerini yuvarlak ve eğri hatlardan meydana gelen bezekler almıştır. Bütün bu etkilenmeler geometrik üslubun kuruluk ve sertliğinin giderilmesinde başlıca etken olmuştur.



15c – ARKAİK DÖNEM: M.Ö. 650 – 480. Bu dönemin en belirgin ürünleri kore ve kuros heykelleridir. Patlak gözler, parmakların kalın ve uzun oluşu, kaşların gözlere paralel bir ay teşkil etmesi, gözlerde hiçbir mananın bulunmaması, gövdede katı frontal bir duruş oluşu, ciddi, kaba ve detaydan yoksun bir işleme tarzı.

İlk Arkaik ( M.Ö. 650 – 580/ 570 )

Olgun Arkaik ( M.Ö. 580/ 570 – 540/ 530 )

Son Arkaik ( M.Ö. 540/ 530 – 480 )



15D – KLASİK DÖNEM: M.Ö. 480 – 330.

İlk Klasik ( Sert Üslup ) ( M.Ö. 480 – 450 )

Olgun Klasik ( M.Ö. 450 – 420 )

Zengin Klasik ( M.Ö. 420 – 390 )

Geç Klasik ya da II. Klasik Dönem ( M.Ö. 390 – 330 )



16 – URARTU UYGARLIĞI: M.Ö. 900 – 600. Doğu Anadolu’da Van Gölü çevresinde ve Güney Kafkasya’da gelişen uygarlık. Başlıca merkezleri Van ( Tuşba – Başkent ), Toprakkale, Adilcevaz, Çavuştepe, Patnos, Altıntepe’dir. Urartular özellikle mimarlıkta ve maden işçiliğinde ustaydılar. Tunç işlerinin sanat değeri yüksektir. Kendilerine özgü bir tapınak ve saray tipleri vardı. Taş işçiliğinde becerikliydiler. Büyük salonların, odaların kerpiç duvarları birbirlerine zıt canlı renklerde, çeşitli geometrik ve bitkisel motiflerle, hayvan boğuşma sahneleriyle boyalıydı. Bol sütunlu, bir çok bölmeleri bulunan yapıları Yakın Doğu’nun mimarlık tarihinde önemli yer tutar. Bir eve benzetilen oda mezarları hem yapı tekniği, hem ölü gömme gelenekleri ve ölü hediyeleri bakımından önemlidir. Urartular büyük ölçüde Asur sanatının etkisinde kalmışlar, fakat kendi kişiliklerini de belirtmesini bilmişlerdir. Doğu Anadolu’nun bir çok yerinde büyük su kanalları, suni göller inşa etmişlerdir.



17 – FİRİG UYGARLIĞI: M.Ö. 750 – 680. Anadolu’ya Makedonya ve Trakya’dan boğazlar yoluyla gelen Firiglerin M.Ö. 8.yy’dan itibaren geliştirdikleri uygarlık. Yıkılan Hitit şehirlerinin harabelerinin üzerine kendi şehirlerini kurmuşlardır. Başkentleri Gordion’du (bugünkü Yassıhöyük ). Diğer önemli merkez ise Midas’tı. Eski Ankara’nın içinde ve çevresinde de önemli şehir kalıntıları ve Tümülüsler keşfedilmiştir. Boğazköy, Alacahöyük, Eski Yapar, Maşathöyük, Karahöyük, Pazarlı da Firig buluntuları vermişlerdir. Firig uygarlığında Tümülüsler önemli yer tutardı. Özellikle Gordion ve Ankara çevresindeki Tümülüsler önemlidir. Bu Tümülüslerin inşa tarzı, ölü gömme usulleri ve hediyeler ana çizgileriyle bir birlik gösterirler. Firig çanak çömleği çoğunlukla çeşitli boyalarla süslenmiştir. Motiflerin çoğu geometriktir. Fakat insan, hayvan, kuş gibi çeşitli varlıklara ait sahneler de görülmektedir. Firigler maden işçiliğinde de ustaydılar. Kalıba dökülerek yapılmış maden eserler, kemer tokaları, kazanların ağız kenarlarında görülen insan ve boğa başı heykelleri önemlidir. Tahta eşya üzerinde oyma ve kakma tekniği ile yaptıkları geometrik motiflerin zenginliği ve teknik yüksekliği de dikkat çeker. Bu uygarlık yıkıldıktan sonra da sanatı yaklaşık M.Ö. 300’e kadar devam etmiştir. Stil özelliklerine göre Firig sanatı beş evre göstermektedir.

Erken Evre M.Ö. 750 – 730

Geçiş Evresi M.Ö. 730 – 725

Olgun Evre M.Ö. 725 – 650

Sub Geometrik Evre M.Ö. 650 – 575

Geç Firik Evresi M.Ö. 575 – 300



18 – LİDYA UYGARLIĞI: M.Ö. 680 – 546. Lidyalıların Lidya bölgesinde geliştirdikleri uygarlık. Lidyalıların bu bölgeye geliş tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Bölgenin merkezi Sardes’ti. Lidyalıların en büyük buluşu sikkeyi icat etmeleridir. Özellikle M.Ö. 600 – 550 yılları arasında sanatta doruğa ulaşılmıştır.



19 – LİKYA UYGARLIĞI: M.Ö. 600 – 300. Anadolu’da M.Ö. 600 – 300 tarihleri arasında gelişip yayılan uygarlıklardan biridir. Anadolu’nun güney – batı köşesinde Likya olarak isimlendirilen bölgede kayalara oyulmuş mezarlarla özgünlüklerini vurgulamışlardır. Likya mezarları taştan yapılmıştır. Fakat ahşap mimarinin özelliklerini taşımaktadırlar. Cepheleri tıplı bir ahşap evin yüzü gibi işlenmiştir. Bazen iki tarafları da kayadan dışa taşkın vaziyettedirler. Kayadan tamamen ayrılmış olanları ve dört tarafı görünenleri nadirdir. Damları düz dam şeklindedir. Bazılarında damlar sivri kemerli bir tonoz gibi yapılmıştır. Kule şeklinde mezarlara da rastlanır. Harpiler anıtı gibi. Likyalılar taş heykel ve kabartmaları açık ve parlak renklerle boyarlardı.



20 – ANADOLU’DA PERS EGEMENLİĞİ: M.Ö. 700 – 546.

21 – HELLENİSTİK ÇAĞ: M.Ö. 330 – 30.



22 – ROMA ÇAĞI: M.Ö. 30 – M.S. 395.



23 – BİZANS ÇAĞI: M.S. 395 – 1453.



24 – SELÇUKLU UYGARLIĞI: 1071 – 1300.



25 – OSMANLI UYGARLIĞI: 1300 – 1923.





Kaynak: Arkeoloji Sözlüğü, Secda Saltuk

Bağımsız Rehberler Platformu

21 Ocak 2014 Salı

Güneş Sönüyor

Güneşten gelen elektron seviyesinde hızlı düşüş…
Bugün itibari ile güneşten dünyamıza ulaşan elektron miktarında anarmol bir düşüş söz konusu.
Ekli grafikte görülen 6-7 saatlik bölümdeki elektron seviyesindeki azalmaya dikkat edin.
Sanki güneş kendi kendine sönmeye başladı !!!
Beklenen duruma göre bu şekilde devam etmesi durumunda dünya üzerindeki etkileri neler olacak hep berabaer göreceğiz…
Diğer grafiklerdede aynı oranda düşüşler mevcut.
- See more at: http://www.bluebox.bbs.tr/tag/gunes-sonuyor#sthash.XOZKfibi.dpuf

14 Ocak 2014 Salı

Neden Enpara.com ?

Merhaba arkadaşlar. Bugün hangi konuyu yazsam derken uzun zamandır kullanmakta olduğum ve memnum olduğumenpara.com‘u mutlu bir müşteri olarak sizlere tanıtmaya karar verdim.

Hemen hemen hepiniz görmüşsünüzdür Televizyonda veya internet üzerinde belirli dönemlerde fıldır fıldır dönen enpara.com reklamlarını. Reklamlarda daha çok %10 zengin faizi yönü ile ön plana çıkmakta;ama ben faiz yönünden ziyada reklamlarda fazla göremediğimiz ve tüm banka hesabı kullanıcılarının oldukça işine  yarayacak olan EnPara vadesiz hesaplarının diğer banka hesaplarından farklı olan güzel yönlerine değineceğim.

Enpara-com

Öncelikle özetlemek gerekirse başlığımızı nedir bu enpara.com soruscuna cevaben:
EnPara.com
FinansBank bünyesinde bulunan Türkiye’deki ilk ve tek dijital bankacılıktır.Bugüne kadar banka dediğimizde şubesi olan resmi kuruluşlar gelirdi aklımıza enpara.com’un ise şubesi yok ve şubesi olmamasının müşteri açısından bir çok avantajı var.

Nedir Bu Avantajlar?
Herhangi bir kart başvurusu için şubeye gidip saatlerce sıra beklemenize gerek yok. Enpara.com adresi üzerinden veya telefonla Kart başvurularınızı direk olarak yapabiliyorsunuz.
Olaki Enpara.com müşterisiniz ve Enpara.com hesaplarınızı iptal ettirmek istiyorsunuz. Normal bankacılıkta bu  ancak hesabınızı açmış  olduğunuz şubeye gitmeniz ile mümkündür,Enpara.com’da ise iptal talebinizi telefonla arayarak iletmeniz yeterli olacaktır.
Şubesi olan bankalarda işin birde diğer görünmeyen yanı vardır.Nasıl ki devlet halkından alınan vergiler ile ayakta duruyorsa;şube sistemine sahip,dijital olmayan bankalar şubelerinin,kira,elektrik,su,doğalgaz,mobilya,gişe çalışanı mâşı,kahve,evrak ıvır zıvır aklınıza gelebilecek bir çok tutarı müşterilerine EFT/Havale ,Kart Kullanım Ücreti,Hesap Kullanım Ücreti v.b. isimler adı altında yasal prosedür şemsiyesi altında yansıtarak çıkartırlar. Enpara.com’da ise şube olmadığı için masraf çok azdır ve bu sayede müşterilere herhangi bir Kart Basım ücreti/Kart Kullanım Ücreti / Hesap İşletim Ücreti ,bazı bankaların acayip derecede kabarık fiyatlar sunduğu EFT/ Havale işlemlerine herhangi bir ücret alınmıyor.

Yukarıda belirttiklerim maddi avantajlar zaten konusunun sonuna doğru özetleyeceğim,gelin şimdide manevi avantajlara bakalım manevi ne avantajı olur demeyin  beni dinleyin.
Diğer Bankalar
Ülkemizde bankacılık sektöründe her ne kadar rekabet olsa da ve hatta bu rekabete uluslararası çalışan global bankalarda dahil olmuş olsa da işin şu gerçekleri vardır canım ülkemde.

Bankanın müşterisi olana kadar canım cicim havası misali kibarlıktan yarılırlar bankanın müşteri hizmetleri,anne sanki 3 yaşındaki çocuğunu seviyorcasına tavırları güzeldir,sevecendir,ikna edicidir.Tâki siz onların müşterisi olana kadar müşteri olduktan sonra adınızı dahi hatırlamazlar sizi kolay kolay tanımazlar. Artık müşterimiz oldun elimize düştün misali pat diye hesap işletim ücreti,kullanım ücreti yüksek Havale,EFT ücreti bindiriler eşeğe yük bindirilmesi misali. Bir sorun olur ararsınız adam akıllı ilgilenmezler. Hatta bazı bankalar vardır müşteri temsilcileri yarım saattir beni boşa uğraştırdın deme nezaketinde dahi bulunurlar müşterilerine. Kimi bankaların çağrı merkezinde çalışan bayan müşteri temsilcileri ise azarlarcasına bir hitap şekli vardır müşteri üzerinde otorite kurcak sanar sesi duyan ( şaşılacak durum ama gerçekten var 6 bankanın aktif müşterisi olmuş birisi olarak neyin ne olduğunu görüyorum. ).Kimi banka ise Şubesine gidersin tıklım tıklımdır sanki her gün emekli mâaş günü sanırsın,tabi yığılı olmayan şubesini ararsın ama ne yazık ki yoktur onlar çok çalışırlar bu yüzden şubelerine bereket yağar tıklım tıklımdır,bakarsınız tek çare telefon bankacılığı ararsınız benim gibi tam 17 dakika beklersiniz verirler bir müzik bebeğe ninni söyleyerek uyutma edasında bekle babam bekle sanırsın ki telefon yeni icat olmuş  ve santral sistemi var sırası ile herkes görüşmeye alınıyor,17 dakika dile kolay  biraz azaltsam 15 dk desem dahi çeyrek saat .Birde normal bankalarda şu dandik durum var o kadar sıra beklersiniz gişeden ufak bir işlem için sorunu anlatırsınız gişedeki bön bön bakar uzun süredir çalışan birisi değil ise ki genelde değildir bu yüzden bankacılıkla bilgisi pek yoktur yandaki gişeye sevk eder bizi,yan gişe olmasa beyfendi ben bilmiyorum yandaki şubemize yönlendireyim sizi dahi derler şaşmam.

Diğer bankaların manevi yönüne değinecek iken maddi yönüne değindiğimi sanıyorsunuz;ama hiçte öyle değil.Diğer bankaların çoğu için parası olmayan  daha doğrusu normal maaşı bir müşteri ile çuvalla parası olan müşterilerine çok farklı davranırlar,çuvalla  parası olan müşteriler yukarıda bahsi geçen sorunları yaşamazlar. Ne sıra beklerler,ne telefon bankacılığında dakikalarca beklerler nede onlara karşı kaba veya ilgisiz konuşan onları kâle almayan müşteri temsilcileri vardır.Zengin olmayan müşteriye bir başka bankanın müşterisi gibi davranılır adeta.

Daha Fazlası İçin Kaynak: http://hayalcin.com/neden-enpara-com.html

30 Aralık 2013 Pazartesi

Son işyerinizden neden ayrıldınız?



İş görüşmeniz çok iyi gidiyor. İçinizden ‘oldu bu iş’ diye düşünmeye başladığınızda hiç gelmemesini umduğunuz o soru çıkageliyor: “Önceki işyerinizden neden ayrıldınız?” Birden aklınıza eski yöneticinizle çatışmalarınız geliyor. Zaten dolmuşsunuz, yaşananları bütün detaylarıyla ortaya döküyorsunuz. Sonuç: İş olmuyor.

Yöneticiyle anlaşmazlık, haklarını alamama, ücret düşüklüğü ve gelişme/yükselme imkânı olmayışı işten ayrılma kararlarında en çok etkili olan sebepler. En fenası da yönetici yüzünden tatsız bir şekilde ayrılma ki sonraki iş görüşmelerinde ayağınıza dolaşabilecek, hassas bir konu. Kötü ayrıldıysanız işiniz daha da zor.

Gerçek ortaya çıkabilir

Bazı adayların yaptığı gibi işi kaybetmemek için yalan söylemek etik olma konusu bir yana, riskli bir hareket. Açıklamalarınız işe alım uzmanını tereddüde düşürebilir; onu inandırsanız bile sırrınız referans kontrolü aşamasında ortaya çıkabilir. Sonuç: Firmanın kara listesine hızlı bir giriş… Referans görüşmelerinde oldukça kapsamlı bir araştırma yaptıklarını söyleyen Deloitte İnsan Kaynakları Direktörü Ebru Pilav, bir önceki işten ayrılma nedenini özellikle sorguladıklarını, yanlış ya da eksik bilgi verilmesinin sürecin olumlu sonuçlanmasını etkileyebildiğini söylüyor. Yönetici, olumlu bir işten ayrılma süreci tecrübe edilse de şirketten ayrılış nedeninin kişiselleştirilmeden ve açık bir şekilde paylaşılmasını tavsiye ediyor.

PwC İK Danışmanlığı İşe Alım Hizmetleri Lideri Mert Emcan da adaylara şeffaf ve dürüst olmalarını önerdiklerini, gerçeği gizlemekten ziyade neyin nasıl olduğunu mantık çerçevesinde izah etmenin, adayın bu deneyimden neler öğrendiğini ve kendini nasıl geliştirdiğini göstermesinin doğru olacağını söylüyor.

İfade şekli daha önemli

Son işyerinden el sıkışarak değil kavgalı ayrılmış olmak ya da çıkarılmak iç açıcı bir durum olmasa da sizin bunu nasıl yorumladığınıza, olayın kendisinden daha çok dikkat ediliyor. Adaylara karşılaştıkları bir ret cevabı karşısında umutsuzluğa kapılmamalarını öneren Pfizer Türkiye İnsan Kaynakları Müdürü Özgür Koyuncu, adayın işten ayrılmış ya da çıkarılmış olmasının onlar için başlı başına bir değerlendirme kriteri olmadığını, adayın bu durumu nasıl ele aldığı ve açık iletişim ile nasıl aktardığının önem taşıdığını anlatıyor.

TAV Havalimanları İnsan Kaynakları Müdürü Didem Oral da adaylara bir olayı ya da konuyu aktarırken, karşı tarafı yaralayıcı, karşı tarafa zarar verici bir dil kullanmamalarını, yaşadıkları olayı ve bunun kendi hayatlarında yarattığı etkiyi net bir şekilde ortaya koyarak aktarmalarını öneriyor. Oral, “Dikkat ettiğimiz nokta, ayrılma kararı alırken kişinin, durumu tüm boyutları ile rasyonel bir şekilde değerlendirip değerlendirmediği, çözüm yaratmak için olası tüm yolları deneyip denemediği, kendi ve çevresindeki olay ve kişilerle ilgili farkındalığa sahip olup olmadığı” diyor.

Olumlu bakış açısı isteniyor

Her ne olmuş olursa olsun kişinin işten ayrılırken takındığı tutum, işveren için önemli ipuçları veriyor. Manpower Bölge Müdürü Süheyla Kulualp, adayın bu durumu lehine bile çevirebileceğini şu sözlerle aktarıyor: “İşverenler pozitif yaklaşıma sahip, olumlu ilişkiler kurup yönetebilecek takım üyesi arıyor. Adaylar ayrılma sebebini eski işyerleri, işverenleri ve iş tanımlarını kötülemeden, tümüyle olumlu hava içinde ve ne yaşamış olurlarsa olsunlar, yaşadıklarını değil özne olarak gelecek beklentilerini ön plana çıkararak ifade ederlerse en negatif işten ayrılma sebebinin bile makul karşılanabildiğini görmekteyiz. Bu durum, insani ve olumlu tutumu ile iş arayana artı puan dahi kazandırabilir.”

Son işyerinden ayrılışı anlatırken bunlara dikkat:

- Eski işyeriyle ilgili özel bilgiler paylaşmamalı (finansal durum gibi)

- Fazla duygusal olmamalı

- Olumsuz ifadeler kullanmamalı

- Kişiselleştirmemeli

- Eski işyerini kötüleyici sözlerden kaçınmalı

- Fazla detaya girmemeli

- Mantıklı, akılcı bir karar olduğunu hissettirmeli

- Bütün olumsuzluklara rağmen çözümcü davranmış olduğunu göstermeli

18 Aralık 2013 Çarşamba



Ben söyledikten sonra ne kıymeti var?





Eşinizin ya da sevgilinizin size sürpriz yapmasını beklemeniz normal...

Ama unutmayın, onun sizin beklentilerinizden haberi yok. Çünkü siz romantik komedi filmleri ve pembe diziler seyrederek büyüdünüz, o ise sokakta top oynayarak!

Kadın kadına yapılan sohbetlerin ana konularından biri de ‘erkeklerin düşüncesizliği’dir. Kadınlar, erkek arkadaşlarının ya da eşlerinin duyarsız olduğundan, romantik olmadığından, defalarca imada bulundukları ya da başkalarının ilişkilerinden örnekler verdikleri halde eşinin/sevgilisinin kendilerine hiç jest yapmadığından yakınırlar. “Bir gün bir çiçek alıp gelmedi”, “Bir kere sürpriz yapsa, bir yerde yemek rezervasyonu yaptırmış olsa...”, “Evlilik teklifi yaparken bile tek taş yüzük almadı” diye yakınıp dururlar. Talepler çoğu zaman benzer olsa da “Neden böyle bir beklentiniz olduğunu söylemediniz?” sorusuna verilen cevap hep aynı; “Söyledikten sonra ne kıymeti var? Kendisi düşünmedikten sonra...”

Begüm de benzer konulardan şikayetçi:
“Üç senedir beraberiz, hala beni tanıyamadı” diye anlatıyor. “Benim doğum günlerine ne kadar önem verdiğimi artık anlamış olmalıydı. Ben Batu’nun her doğum gününde sürpriz parti düzenlerim. Sadece onun değil, annesinin, babasının doğum günlerini de hiç kaçırmam. Her seferinde kuru bir teşekkür ve ‘ne gerek vardı?’ cümleleriyle geçiştirilirim. Benim doğum günüme gelince; bir hediye ile özel bir gün yarattı zannediyor. Hiç sürpriz yok!”
Begüm’e iki soru soruyorum: “Senin özenle hazırladığın bu doğum günü sürprizlerini Batu seviyor mu?” “Aslında sevmiyor!” diye cevaplıyor. “Batu sürpriz sevmez. Kendi doğum gününü de hiç önemsemez aslında. Ama ben sürpriz yapmayı seviyorum.”

Yani Begüm, aslında Batu’yu mutlu etmek için değil, kendisi sevdiği için özel doğum günü planları yapıyor. Ardından diğer sorumu yöneltiyorum: “Batu’ya doğum günleri ile ilgili beklentilerini hiç anlattın mı?” Begüm inatçı bir şekilde kafasını sallıyor. “Hayır tabii ki” diyor. Ardından beklediğim cümle geliyor: “Ben söyledikten sonra ne anlamı var ki? Kendiliğinden düşünmesi gerek.” Kadınlar, kendilerinin dile getirmesi üzerine erkeğin taleplerini karşılaması durumunu doğal bulmuyorlar. Jestin zorla yapıldığını, içten gelmeden yapılan jestin suni olacağını ve mutluluk vermeyeceğini düşünüyorlar. Hemcinslerimin duygularını herne kadar anlasam da bu görüşe çok katılmıyorum. Bunu bir beklentilerinizi tanıtma süreci olarak görmelisiniz. Siz istediniz diye jest yapması, hiç yapmamasından iyi değil mi? Hiç değilse, sizin isteklerinize ve ağzınızdan çıkan sözlere önem veriyor ve sizi mutlu etmeye çalışıyor demektir. Erkekler, kadınların düşündüğünün aksine, bu tür jestleri içlerinden gelmediğinden değil, düşünemediklerinden yapmazlar. Kendileri için bu tür jestleri gerekli bulmadıkları ve önem sıralamalarında romantizm öncelikli olmadığı için, kadınların bu tür beklentileri olduğunu bilmezler, bilseler de gereğini düşünmezler. Hoş, çoğu erkek, evlenme arifesinde zaten bir sürü masraf varken niye kendilerince hiçbir işe yaramayacak bir tek taşa dünyanın parasını vermeleri gerektiğini de anlamaz. Hele bir de sevgilileri böyle bir talepte bulunmuyorsa, kardeşleri, anneleri de onları uyarmıyorsa, tamamen fuzuli buldukları bir masrafı yapmaya gerek duymazlar. Kadınlar da beklentilerini dile getirmedikleri, eşleri de kendiliğinden düşünmediği için, yıllar sonra bile içlerinde ukte kalacak birikimler yaratıp üst üste düğümlerler. “Evlenirken bana bir yüzüğü bile çok gördü”, “Bir evlilik yıldönümümüzde bile, bir çöp alıp gelmedi” diye ömür boyu kocalarının ne kadar duyarsız olduğunu anlatırken, içlerinde belki de yeterince sevilmiyor olmalarının sızısını duyar dururlar. Kadın ve erkek arasındaki bu düşünce farklılığının tamamen çocukluk öğrenimlerimizden kaynaklandığına inanıyorum. Zaten genetik olarak erkekler daha mekanik, daha rasyonel ve daha gereklilik üzerine düşünmeye yatkın. Kadınlar ise daha naif ve duygusal... Toplumsal şartlanmalar da cabası; teklifi erkek yapar, kadın naz yapar, erkek hediyeler alır falan filan…

Bir de çocukluk zamanlarımızdaki günlük hayatımızı düşünün. Şimdi büyük şehir şartlarında pek mümkün değil ama bizim çocukluğumuzda, erkek çocukları kahvaltısını bitirir bitmez kendilerini sokağa atar, akşam babalar eve gelene kadar kan ter içinde koşturur dururdu. Kız çocukları ise daha kısıtlı zamanlarda dışarıda oynar, vakitlerini genelde anneleri ile birlikte, ev işlerine yardım ederek, kalan zamanlarda da ya herkesin kocasından yakındığı komşu günlerinde ya da televizyon karşısında pembe dizi seyrederek geçirirlerdi. Kocalardan yakınılan komşu günlerinden aklımızda kalan kocamızın neyi yapmaması gerektiğiyken, pembe dizilerden de birbirinden yakışıklı ve romantik erkeklerin sevgililerine şampanya kadehleri içinde yüzükler hediye ettiklerini, kavgaların ardından evlerine giren kadınların, demet demet güllerle karşılaştıklarını seçer, hafızamıza alırdık. Bu romantik sahnelerde annelerimizin iç geçirdiğini sık sık işitir, evlenmek üzere büyütülen genç kızlar olarak, annemiz yaşayamasa bile, biz büyüdüğümüzde bu kadar güzel aşk evlilikleri yaşayacağımızı hayal ederdik. Sanki izlediğimiz pembe dizideki holding patronlarının alabildiği pahalı hediyeleri karşımıza çıkacak her erkek almaya maddi olarak muktedirmiş gibi. Oysa bizim izlediğimiz hiçbir pembe diziyi izlemeden büyüyen erkekler, top peşinde koştururken, ne şampanyadan çıkan yüzüklerden haberdarlar ne de demet demet güllerden.
Onların anneleri de komşu günlerinde kocalarından şikayet eder ve pembe dizilerde iç geçirirken, oğullarını eşlerinden daha romantik olacakları şekilde yetiştirmeyi düşünmemişler bile. Ya da düşünmüşler ama oğlunun mutlu edeceği müstakbel gelinleri gözlerinin önüne gelince ‘ne gerek var?’ diye vazgeçmişler. İşte sorun burada başlıyor. İlişkimizi yaşarken, eşimizi ya da sevgilimizi seviyor ve sevildiğimizi de biliyorsak, her gün bu sevgiyi test etmenin ne anlamı var? “Saç diplerimi boyattığımı fark etti mi, iki santimetre de kısalttırdım üstelik... Beni sevmiyor mu artık?” gibi endişelerle içimizi kemireceğimize ya da adamı bunaltacağımıza, bazı şeyleri güvene bıraksak, sevgiyi her gün test etmesek, istediğimiz şeyleri eşimize açıkça söylesek ve eşimiz karşılık verince de mutlu olmayı ve şükretmeyi bilsek, hayat öncelikle bizim için daha kolay olmaz mı?

• Partnerinizin sevgisini test etmeye çalışmak için dile getirmediğiniz beklentilerinizi kullanmayın.
• Beklentilerinizi kendi içinizde saklamak yerine mutlaka paylaşın. Kendinizi tanıtmak, neye üzülüp neyle sevindiğinizi partnerinize anlatmak sizin sorumluluğunuz.
• Partnerinizin hoşunuza giden davranışlarında mutlaka olumlu geri bildirimde bulunun. Böylece hangi davranışlarının hoşunuza gittiğini anlayabilir. Olumlu davranışların
geri bildirimle pekiştiğini unutmayın.
• Dile getirdiğiniz beklentileriniz partneriniz tarafından yerine getirildiğinde mutluluğunuzu göstermekten çekinmeyin. Siz istediniz diye yapılan bir jestin kıymeti büyük olmalı.
• Beklediğiniz davranışları öncelikle siz partnerinize yöneltin. Jestler karşılıklı adımlarla büyür.

Yazar: Yeşim Varol Şen


16 Kasım 2013 Cumartesi




Dünya liderleri diyabet yükünü tartıştı

İstanbul’da yapılan Uluslararası Diyabet Liderler Zirvesi’nde konuşan Eski BM Genel Sekreteri Kofi Annan, "Erken teşhis ve önleme sayesinde diyabetin sağlık sektörü üzerindeki yükü azalacaktır" dedi.

İSTANBUL - Eski Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Kofi Annan, Cumhurbaşkanlığı himayelerinde, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile Sosyal Güvenlik Kurumunun (SGK) ev sahipliğinde düzenlenen "Uluslararası Diyabet Liderler Zirvesi"nde yaptığı konuşmada, hareketsiz yaşam tarzının ve ekonominin hızlı gelişmesinin, diyabetin artmasında önemli olduğunu söyledi.

Yaşanan vakaların ardından çok üzücü insani öyküler olduğunu ifade eden Annan, hastalığın çeşitli komplikasyonlara yol açtığını ve kronik bazı hastalıklara neden olduğunu kaydetti. Annan, diyabet hastalarının yüzde 80'nin düşük gelirli ülkelerde yaşandığını aktararak, "Yoksulluk sınırında ve hemen üstünde yaşayan klişelerden söz ediyoruz" dedi.

Bulaşıcı olmayan hastalıkların dünyadaki ölümlerin en büyük sebebi olduğunu belirten Annan, Uluslararası Diyabet Federasyonu'nun, 2035 yılı itibarıyla dünyadaki diyabet vakalarının sayısının, 592 milyona çıkacağını ön gördüğünü sözlerine ekledi

“MODERN DÜNYANIN HEM LÜKSÜ HEM DE YIKICI ETKİSİ VAR”
Myanmar'da 2 gün geçirdiğini ve oradaki yetkililerin sağlık sektöründe yeniden yapılandırmaya gitmek istediklerini anlatan Clinton, konuşmasını şöyle sürdürdü: "Bütün dünya milenyum hedeflerinde, bin yıl hedeflerinde önemli ilerlemeler kaydetti. Fakat bulaşıcı olmayan hastalıklardaki artış bizi korkutuyor. Şu anda dünyanın bütün kıtalarında Afrika dışında, bulaşıcı olmayan hastalıktan ölen insanların sayısı, bulaşıcı hastalıklardan ölenlerden daha fazla. Bir kaç yıl içinde Afrika'da da durum aynı olacak. Modern dünyanın birçok lütfü var ama aynı zamanda yıkıcı bir etkisi de var. Artık insanlar doğru dürüst spor yapmıyor, yemek yemiyor, hareket etmiyorlar ve özellikle de diyabete açık hale geliyorlar. Tabii ki, burada tıbbi önlemler alınabilir ama yine de yaşam tarzımızı değiştirmemiz ve yemek üretim ve tüketim alışkanlıklarını değiştirmemiz gerekiyor."

"BESLENME KONUSUNDA EĞİTİM VERİLMELİ"
Clinton, insanlara sağlıklı beslenme konusunda eğitim vermenin önemine değinerek, diyabet vakalarının yüzde 80'inin, kalp rahatsızlıklarının yüzde 80'inin, kanserlerin yüzde 40'ının engellenebilecek hastalıklar olduğunu aktardı.

Bill Clinton, "Bu yüzden en önemli mesaj şu; insanlara tanı koymakta, onları taramakta, eğitmekte daha başarılı olmalıyız ama en önemlisi davranışsal değişim getirmemiz gerekiyor. Yükselmekte olan ülkelerde Brezilya, Meksika gibi ülkelerde, gelirler de arttığı için diyabet artışına engel olamadılar. ABD'de de benzer durumla karşı karşıyayız. Burada iyi bildiğimiz şey, insanlar daha uzun ve iyi yaşamak istiyorlar. Çocuklarının kendilerinden daha kısa bir hayat yaşamasını istemiyorlar" diye konuştu.